Etiketler
özgecan, özgecan aslan, kadın, kadına tacize son, kadına şiddete son, şiddet
Bu yazıyı yazmadan önce şöyle birkaç gün sinirlerimi yıprattım. Yeterince yıprandığını hissedince ancak yazabileceğimi düşündüm, nitekim de öyle. Herkes gibi ağzımdan salyalar savurarak öfke nidaları atmayacağım bu yazıda. Eleştirdiğimden değil zira, hepimiz onu yeterince hissediyoruz, öfke yazısı değil ama genç bir kadının bu kadar senedir edindiği deneyimlerini göstermek istiyorum.
Sanırım ilk fiziksel tacizi 14 yaşlarımda yaşamıştım. Bir alışveriş merkezinde benim yaşlarımda bir grup erkek çocuğu kendilerini sakınmadan kıçıma ellerini atıp kaçmışlardı. Onların koşma hızına yetişemediğimden maalesef annemin tavsiye ettiği gibi hayalarına tekmeyi atmamıştım. Evet, bu taktik annem tarafından yaklaşık 5 yaşımda öğretildi. Kendimi savunmam gerektiği, direkt iki bacak arasına yönlenmem gerektiği…
Aslında ilk şiddetle başa çıkma yaşım daha gerilere gidiyor. Yaklaşık 8 yaşındayken ilkokulda o dönemin Gemlik Kaymakamı’nın oğlu (sanırım sene 1995) her okul çıkışı beni dövmeye kalkışıyordu. Anneme söylediğimi hatırlıyorum, ama çocuklar şakalaşıyor adı altında çok ciddiye alınmadı sanırım. Eve korkuyla, çöp kutularının arkasında saklana saklana gittiğimi hatırlıyorum. Şiddete şiddetle karşılık vermeyi öğrendiğimde sanırım 11 yaşındaydım. Beraber özel ders aldığım bir aile dostunun oğlu “şaka” adı altında devamlı itişip kakışmaya çalışıyordu benimle. Bir gün eve gelmişim, saçım başım dağınk -ben hatırlamıyorum-anneme “en sonunda çimlere yatırıp onu bir güzel dövdüm artık yanıma yaklaşamaz” demişim ve de gerçekten o günden sonra bana hiçbir şey yapmamış. Kendisi bu yazıyı muhtemelen okuyor olabilir, sanırım Facebook arkadaşım, haberin olsun, zamanında bir kız çocuğuna şiddet uygulamıştın, ama şaka tabii değil mi?
İlk takip edilme mevzum, 20-21 yaşlarımda, minibüse bindim, ardımdan kaldırımda duran adam sanki minibüse binme niyeti yoktu da bir anda karar vermiş gibi minibüse bindi. Para uzattım, Acıbadem Dörtyol dedim, bu adam da aynen benim dediğim yeri söyledi. Müsait bir yerde inebilir miyim dediğimde adamın da benimle birlikte inme eyleminde olduğunu görünce orada kafamda siren sesleri çalmaya başladı. Panik olmuştum hem de ne yapsam diye düşünüyordum. Erkek arkadaşımı aradım, birinin beni takip ettiğini söyledim. O da haklı olarak “beni neden arııyorsun, polisi arasana” dedi. Mantıklıydı kendince tabii, ama polisin de o adam kadar bana göre tehlikeli olduğunu unutuyordu. Yol sorduğum polislerin beni baştan aşağıya süzmesinin beni güzel bulup bulmamalarıyla ilgisi olmadığı çok apaçıktı… Bunu neden söylüyorum, çünkü bazı erkek arkadaşlar gözle süzülmenin aslında kadını onore ettiğini düşünüyorlar, güzelsin ki bakıyorlar gibi bir anlayışları var, Neyse burada küfretmeyeyim hikayeye devam edeyim. Ben adamın beni takip ettiğine iyice emin olunca adımlarımı hızlandırdım, bağırsam duyulabilecek bir yerdeydi, her yeri apartmanlarla çevirli merkezi bir sokak. Evimin karşısındaki “tanıdık” markete girip yardım istedim. Eğer market tanıdık olmasaydı girmeyebilirdim de… Adamın ortadan kaybolmasını bekledik sonra marketin sahibinin oğlu beni evime bıraktı. O günden sonra da zaten bir takip olayı yaşamadım. Sebebi ise bence şans idi. Benim davranışlarım ya da nerede ne zaman olmamla ilgili değildi.
Yaklaşık 3 senedir Kanada’da yaşıyorum. Doğrusu 3 senede toplam herhalde 4-5 kere sözlü tacize uğradım. Biri Arap biriydi, bana ya habibi falan diye gerzek gerzek laf attı, ben ise İngilizce ne dediğini biliyorum öküz, ağzını topla falan diye ardından da küfrettim. Tabi adam şok oldu. Ondan sonra da çekip gitti. Bir kere de arabadan sarkarak nereye gidiyrsun götürelim diyen ne idüğü belirsiz mahlukatlarla karşılaştım, gene küfrettim, ve de gittiler. Tabii, hep merkezi yerlerde etrafımda insanların da olduğunun altını çizelim, ama 3 senede yaşadığım olay sayısı 4’ü geçmez ve de bence o bile fazla.
Türkiye’ye ziyarete geldiğimde ise kız arkadaşlarımın “abi şimdi etek giyme, akşam akşam başımızı belaya sokmayalım, ben uğraşmak istemiyorum laf atan abazanlarla” dediğini çok duydum. Kız arkadaşlarım tarafından önceden uyarıldım ve pantolon giydirildim, çünkü riski kendimizce azaltıyorduk. Ne kadar tuhaf.
Bu zamana kadar çok babamdan “gece 1’de sokakta ne işin var, eve erken dön”, “kızım o saatte dışarı mı çıkılır” “o eteğin boyu kısa değil mi” gibi cümleler çok duydum. Beni kendince korumaya çalışıyor. Anlıyorum. Başıma bir şey gelmesini ancak bu şekilde önleyebileceğini düşünüyor. Günün sonunda ise benim hayatım kısıtlanıyor.
Özgecan olayı beni çok düşündürdü. Benim, ablamın hatta annemin başına da gelebilirdi. Onun başına geldi, ve biz kadınlar bunca hikayemizi anlatmak ve çözüm bulmak yerine, etek giymemeyi seçiyoruz, akşamları dışarı çıkmamayı… Kadınlar görülmedikçe, saklandıkça bu mesele daha da büyüyor.
Ses çıkarmamız, birlik olmamız ve kendimizi korumayı öğrenmemiz lazım. Ben zira bu hasta beyinli zavallı yaratıkların iyileşebileceklerini düşünmüyorum.
Özgecan için bir şey yazamıyorum. Denilebilecek bir şey yok. Bizi umarım affeder, senelerdir bir birlik olamadığımız için…