• Neyin nesi?

life goes on

life goes on

Monthly Archives: Ağustos 2017

Taa

31 Perşembe Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Taa için yorumlar kapalı

Düş, düş, düş, düşünde düş, düşünce düş, düşünce düşte, düşünce düştesin, düşüncenin düşündesin, sin, sin, sen, sen, sensin, sensin, sensizsin, sensizsin, sensizlik, sensizlik, sessizlik, sensizlik sessizlik, sessizlik sensizlik, lik, lik, iliklerinde, iliklerimde, iliklerimizde, de, da, de, da, uzakta.

All The Rage Back Home

Reklamlar

Hell Yes

29 Salı Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Hell Yes için yorumlar kapalı

Hiçbir alakam yok demesine rağmen, ellerinin kırmızılığı yüzünün mosmorluğu birazcık bile olsa dinmemişti. Savaşı kaybeden hücreler, büyük bir yenilginin verdiği moralsizlikle oldukları yere, delik deşik kevgire dönmüş kalbe geri dönüyorlardı. Mantık Hanım kazandığı bu haklı savaşın sonunda beyinin yanındaki yerinde hükümdarlığına devam ediyordu. Beyin zaten kazansa da kazanmasa da bu vücudun hakimi değil miydi? Mantık Hanım’a yer açması demek onun aslında her şeyin kontrolünde olmadığı anlamına gelmiyordu. Kalbin kevgir haline gelmesine Mantık Hanım’ın muazzam gücüne güç katmasına da sebep oydu. Her şeyin başlangıcı ve bitişi ondaydı. Hücreler, sessiz sedasız, yara bere içindeki yolculuklarına devam ediyorlardı. Ne yolculuktu ama. Kan revan içindeki mücadele bitmişti. Kimse seslerini duymamıştı. Beyin uzun zamandır konuşmuyordu kimseyle, kendi kendine sessizliğiyle mutluluğuna mutluluk katıyordu. Sesini çıkarmak zordu onun için, hep kontroldeydi, hep tetikte… “Bazen bazı şeyler konuşulmaz, sorgulanmaz, yerlerinize” dedi. Öyle bir söyledi ki, kalbin kıyısından köşesinden geçmeyen hücreler bile titrediler, korktular. O dirayetli hücre de en çok yaralananlardan biriydi. Sesi ne Mantık Hanım’a ne de beyine gidebilirdi ama en çok hissedene gidiyordu.

“Sana on kere sorduk, öldürdün mü diye, şimdi sen bizi öldürdün sayılır” dedi. Sigarasından fırt almayan ama iki parmağının arasında sigarayı sıkıştırmaktan dA vazgeçmeyen haliyle ölüme meydan okuyan dirayetli o minik hücreye cevabı hazırdı. “Beyin dedi ya hani, bazı şeyler sorulmazmış, sorgulanmazmış, bin kere de sevsen, bin kere sevilmemek normalmiş. Gün gelirmiş, devran dönermiş ama devranın dönmesi için zaman lazımmış”. Bu dirayetli hücre hepsinden çetin ceviz çıkıp itiraz ediyordu. “Peki bundan mıdır aldığımız yaralar, yaptığımız sevgi yatırımları, daha dün ona sarılıyorduk be kadın!”

Oturduğu yerden, kav revan içindeki kalbini tutarak ayağa kalktı. “İsyanın kabullenilmeyeceği tek yer burası demiştim size” dedi. “Bilmiyorum, hakikaten bilmiyorum, bilsem senin ve dünyadaki herkesin acılarını dindirirdim. Ama hakikaten bir alakam yoki keşke olsa ama yok” dedi. Sesi hafif umursamaz, biraz kırılgan, biraz öfkeli, biraz şaşkın, biraz sakindi. Biraz ama. Çokça şefkati, bunların içinde de öldürmeyi başarmıştı. Evet onu öldürmemişti belki ama şefkati öldürdüğünü itiraf edemiyordu, hücrelere değil ama kendine! Hücreler, sormamışlardı, o yorgun yolculuktan sağ çıkan pek olmamıştı. Dirayetli minik hücre haricinde…

Kanayan kalbini tuta tuta bu sefer o dirayetli hücreye o sordu

“Peki ya ben yerine o beni öldürdüyse?”

Take My Leave Of You

 

don’t say hi if you don’t have time for a nice goodbye

28 Pazartesi Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ don’t say hi if you don’t have time for a nice goodbye için yorumlar kapalı

“Ölümsüzlüğü hiç tattın mı?” dedi.
“Evet” dedi. “Bir kere öldüm ve dirildim” dedi
“Ama o ölümsüzlük olmuyor, ölümden geri dönmek oluyor”
dedi.
“Ne farkı var?” dedi.
“Boşver farkını sen” dedi.

Bu konuşma sonrası uzayın boşluğundan mıdır yoksa yer çekimininin olmamasından mı bilinmez konuşma sona erdi. İki canlı olarak başladıkları yolculuğa dünyadan ayrılmalarından sonra bölünerek dört canlı olarak devam ediyorlardı. Tam tamına iki yüz yirmi dokuz gün geçmişti. Yirmi dokuz günün ne kadarı acaba böyle geçmişti. Kısa diyaloglar, aslında ölmüşlerin arkasından ağır yakılacak günlerin neşe ile geçmesi. Dengesizlik uzayın tüm yüzeyine yayılmıştı.

“Sevgisizliği hiç tattın mı?” dedi.
“Evet” dedi. “Bin kere sevdim bin kere sevilmedim” dedi
“Ama o sevgisizlik olmuyor, sevilmemişlik oluyor” dedi
“Ne farkı var?” dedi.
“Boşver farkını sen” dedi.

Bu konuşma sonrasında birbirlerine bir daha hiç merhaba demediler, hoşçakal demedikleri gibi. Rüyalarında konuştular, tartıştılar, seviştiler ve arkalarını dönüp rüyalarında uyudular. Uzayın sonsuz kucaklayıcı boşluğunda.

don’t say hi if you don’t have time for a nice goodbye

No Hell

27 Pazar Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ 2 Yorum

“Çok da bir alakam yok” dedi. Dedi demesine, acaba tam olarak ne dedi bilinmez. Elleri kırmızı yüzü mosmordu belki de. Ne olduğu belirsiz, ne idüğü belirsiz günlerin sonu mu gelmişti, gene bilinmez. “Gerçekten sevmiyor musun? diye sormak kadar insanı kıran bir soru olamazdı herhalde. İkinci soru da bu sorulandı. Sigarasından bir fırt daha aldı “Cidden bir alakam yok” dedi. Sorulan soru onu öldürüp öldürmediğiyle ilgiliydi. Öldürmediğine emindi, ama inatla soruyorlardı. Dört bir ağızdan emin olmak istiyorlardı. “Gerçekten sen öldürmedin değil mi?”

Sigarasından bir iki üç fırt aldı. “Benim adam öldürecek halim mi var yahu?” dedi. İşte buna bırak kalbi, tüm hücreleri isyan ettiler. “Seni biliyoruz, sen çok adam öldürdün”. Bacak bacak üstüne attı, bütün hücrelerine, atomlara, moleküllere karşı. Tam da karşı karşıya. “Ben kimseyi öldürmedim, onlar intihar ettiler” dedi. Birden affalladılar, bazı hücreler o kadar üzüldüler ki, oracıkta ölüverdiler. Aralarından bir tanesi daha dirayetli çıktı. “Tamam da madem öldürmedin, o zaman neden bu dedikodu bizim kulağımıza geliyor? Hem neden o zaman hepimiz her gün biraz daha fazla acı hissediyoruz? Kimin bu matem?” dedi. Hak verdi ona biraz, hak verircesine kafasını öne doğru salladı. “Haklısın vesselam, ben kimseyi öldürmedim, hele ki bu sefer. Hiç öldürmedim. Sevgi, şefkatten ölüm mü gelir yahu? Öncekiler için bir şey diyemem, onlar intihar ettiler” Aynı dirayetli hücre “Peki ya teşvik ettiysen?” diye sordu. Yerinde bir soruydu ama zamanında değildi. Yıllar geçmiş, köprüler yıkılmış, eski intiharların cinayet olup olmamasını sorguluyordu. İşte o noktada, tam da kalbin karmaşasında beyin Mantık Hanım’ı tanıttı. “Sizin ihtiyacınız bu, buyrun Mantık Hanım’la bunları konuşun, açıklığa kavuşturun” dedi. Kalp isyan başlattı. Tüm hücreler ayaklandılar, ölenler dirildiler, vücutta adeta bir zombi istilası başladı. Beyine karşı yürüyüşe başladılar, önce Mantık Hanım’ın onları geri püskürtüp canlarını acıtacağına, daha sonrasında beyinin onların kesin ölümlerine neden olacaklarından bihaberlerdi. Duygu yüklenmiş hücreler mantığa karşı direniştelerdi.

Sigarasından fırt almayı bıraktı. “Ben öldürmedim, intihar mı etti onu da bilmiyorum bu sefer. Hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim gerçekten seviyor musun diye sormak zor. Belki kendi kendine ölmüştür, belki yeni bir canlı doğmuştur. Kim bilebilir” dedi, hücrelerin ölümünü izledi.

End Of Our Days

Halimiz

23 Çarşamba Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Halimiz için yorumlar kapalı

Halimiz masallardakine döndü. Halimiz yedi cüceler, halimiz pamuk prenses, halimiz kül kedisi, halimiz, Hansel ile Greten, halimiz hal değil. Halimiz yaz gününde hafif esen meltem değil de, eline sıcak çay dökülmüşcesine yanmak, halimiz yana yana doğruyu, söne söne hakikati bulmak. Güzel mi bu yollar? Bu yollardan hallere gitmek zor, bu yollar dikenli, bu yollar çamur, bu yolların sonu güllük. Dikenini seve seve, katlandığın güllerin solduğunu görmek.

Halimiz filmlerdekine döndü. Aksiyon, trajedi, romantik komedi. Sonrası biraz dram, biraz daha fazla, daha fazla korku, çok gerginlik. Düşlerde düştüğün halin hal değil. Halimiz kış gününde kar yağarken yanan şömine değil de, geçiş mevsiminde hazırlıksız yağmura yakalanmak, halimiz ıslana ıslana doğruyu, üşüye üşüye hakikatı bulmak. Kötü mü bu yollar? Bu yollardan hallere gitmek meşakkatli, bu yollar pek engebeli, bu yollar toz toprak, bu yolların sonu bahçelik, dört mevsim açan çiçekler, yapraklarını dökmeyen ağaçlar…

Hal Değil

30 Yılda Ne Öğrendim?

17 Perşembe Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ 2 Yorum

 

30 yaşında olmanın hakkını ve ağırlığını vermek üzerine bir yazı hazırladım. Sizler ki 30 yaşını geçmiş ve “ohooo bunlar da ne ki” diyorsanız hemen sayfayı kapatın derim ama eğlenmek ve öğrenmek istiyorsanız doğru adrestesiniz. Hemen hemen 30 yaşında her aklı başında kadının başına gelmiş olaylardan toparladığım anektotları sizinle paylaşıyor olacağım. Aman ha bunların hepsini ben yaşadım sanmayın, o zaman işte insan sarrafı olurdum.

 

  • İş hayatı dediğin koca bir yalan. Evet efendim, iş sahibi olmak ayakları üzerinde durmak muazzam önemli ama kim acaba yaptığı işe deli gibi aşık. Ya da aşıksa deli gibi para kazanıyor. Bu ikiliyi bir arada tutmak pek zor, imkansız değil ama oluru az, ondan işinizi düzgün yapmaya ve kendinizi sıkmamaya özen gösterin. Arada kaytarın falan.
  • Seçilme seç: mottosu. Seçilmek insanın gururunu okşasa da seçen konumunda olmak her zaman pişmanlığı azaltyor. Seçebildiğiniz kadar seçin. Yediğiniz yemeğe kadar.
  • Hayal kurarken boğul. Bence her başarının ucunda hayal var. Nasıl ulaşırsın orası sana kalmış.
  • Çamaşırlarını düzenli yıkamanın büyük önemi. Bu şaka değil, sonra üç tur çamaşır yıkama iki haftada bir. Her hafta yıka, temiz tut, ve ütü yap. Yetişkinlik bunu gerektirir.
  • Üşüme ve hareketsiz kalma. Bunların ikisini yaparsan geçen kış benim hasta olduğum gibi 487837456 kez hasta olursun. Kendine bak.
  • Depresyona gir ve çık. Evet depresyon bir hastalık ve ciddiye alınması gereken bir şey. Grip gibi değil ama bazı bilimsel araştırmalara göre kalp kırıklıklarına Tynenol iyi geliyormuş. Bir nevi grip yani! Depresyon insana yalnızlığı, savaşmayı, bazen bırakmayı öğretiyor. Biraz yıl, dibi gör ve nefesini tutarak çık.
  • Asimetrik ilişkilerden uzak dur. Bu demek oluyor ki herhangi biri ilişkinde ebeveyn rolü üstleniyorsa ondan uzak dur. Bu illa sevgili ilişkisi olması gerekmiyor. Karşındaki ile eşit koşullarda olman kendini iyi hissettirir. Karşındaki sana daha mı az dert anlatıyor, ya da dertlerin mi küçümseniyor, ya da sen daha fazla mı onu arar buluyorsun? İşte bu muhtemelen yanlış, hele bir de sadece yalnız kaldığında seni arıyorsa. Öyle modeller de var.
  • Toksik ilişkilerden uzak dur. İşte bunu tam da sevgililikler için söyledim. Kadın-erkek farketmez, hepimiz ilişkileri toksik hale getirebiliyoruz ya da içinde kendimizi buluyoruz. Seni aşağıya çeken, mıymıylanan, kendini değersiz hissettiğin, sanki yok sayıldığın bir şeyin içindeysen, her zaman daha iyi bir seçenek olduğunu düşün. Yalnızlık gibi. Kendini çek çıkar.
  • Evcil hayvan edin. Nasıl sahiplenirsin bilmem ama en güzeli barınaktan almak. Kedi veya köpek en ideali. Onu eve kapamak en büyük ceza ama düşün barınakta soğukta üşümesinden evde sıcak sıcak yatması çok daha iyi. Hem onunla egzersiz de yapmış olursun.
  • Rutin sağlık kontrollerini yaptır. Böylece birçok saçma sapan hastalıktan kendini kollamış olursun. Bir arkadaşım rutin kontrollerine gitmediği için kör olmak üzere, şakası yok!
  • Sevmekle boşluk arasındaki farkı öğren. Sevebilmek ve sevgi yatırımında bulunmak çok değerli ama insanları laf olsun torba dolsun diye hayatına sokma. Boşlukta bir süre sallanmak iyidir, hava alırsın.
  • Büyütme. Olayları. Negatif şeyleri büyütmenin tek anlamı daha mutsuz olmak istemek.
  • Polyanna olmak, iyimserlik ve kötümserlik arasında bir denge bul. Bunların hepsi insan doğasında var ve dengeli olduğu müddetçe gerçekten faydalı. Körü körüne polyannacılık da zarar, ölümüne kötümserlik de.
  • Ekmek yeme. Ekmek gerçekten insanı şişiren bir şey. Çok istersen arada sırada ye ama genel olarak gerçekten gereksiz kalori.
  • Kendini sev. İşte bu en kilidi. Arada kendine sarıl – mecazi anlamda ama gerçekten de deneyebilirsin – biraz kendini tanı ve güzel özelliklerini bul. İnsanlara sana kusur bulacaklar, beğenmeyecekler olabilir, varsın beğenmesinler, seni sen yapan özelliklerine sahip çık, sevgiyle kendini donat.

sebze, Haziran 2017

cause I don’t want to

13 Pazar Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ cause I don’t want to için yorumlar kapalı

Keskin çizgiler çizmemek lazım hayatta ama sarhoş adamlara tahammül etmemek, vefasızlara zaman vermek, huzuru biraz içinde aramak, yalnızlığın keyfini sürmek, korkmamak, zamanı gelince’yi içten dilemek gerek. Çok zor bazıları için bazı bazı bazen ama bazı bazı bazen bazı şeyler kolay olası oluyor. Duyamadım yeterince kalbin mi kırılmadı? Kırılır o zaman. Benden önce kırnlarınkini belki duymamışsındır. Bunları aşarsam, dağları da aşarım belki değil mi? Sen o küçük tepeleri kendine dağ yapmayasın.

Kesin çizgiler çizmemek lazım hayatta, sınırını aşarak sınırlarımı zorlayanlara birer tokat, temizlik yapmak, bir kadeh şarap içmek ve müzik dinlemek gerek. Çok kolay oluyor bazıları için küsmek, kollarını kapamak ve kendini dev aynasında görmek. Bundan üç ay önce ben de böyle sanırdım hayat, ama öyle değil. Duyamadım yeterince canın yanmadı mı? Yanar o zaman bırak. Benden önce canını yakanlar yanlarında yanık kremiyle gelmişler herhalde. Bunları aşarsan inan hayat daha kolay gelecek, benden söylemesi. Birinci Köprü trafiği tek şerit, karşıya yavaş geçersin. Dikkat…

Homosaphien küslük en sevdiğim. Küsen küsene. Ben sanırım fazla büyüdüm, fazla anladım kendimi, fazla biliyorum artık ne istediğimi.

En son “istemiyorum” dediğimdeki neden sorusuna bile cevabım “çünkü istemiyorum” oldu.

O kadar kendimdeyim. Merhaba sakinlik. 30 yıllık çilem sonunda bitti.

Holding back the years

Mantık Lı Mısın?

10 Perşembe Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Mantık Lı Mısın? için yorumlar kapalı

İnsanları kendi vicdanlarıyla baş başa bırakmak en doğrusu. Alınan kararların duygusallığını sorgulamaktan vazgeçtim. Ne geldiyse başıma mantığımdan geldi. Mantıklı geldiğinden sevdim, mantıklı geldiğinden ayrıldım, mantıklı geldiğinden başladım. Mantıklı geldiğinden gittim, geldim, gördüm. Mantığı bıraktığın noktada hissediyorsun. Hissettikçe yaşıyorsun. Saklamadan, utanmadan, hata olduğunu bile bile hareket ederek büyüyorsun. Tabii kendine zarar vermeden, kendini hor görmeden, kendine bilenmeden, kendini görmezden gelmeden. Kendine kollarını kavuşturmadan.

Mantıklı değilse diye başlayan cümlelerime son. Hislerime geçit vermem gerek dost. Sana o mantıklı gelmeyen duygular, isyanlar, içine kapanmalar, senin hiç ama hiç alışkın olmadığın duygular.
Duygulara aşina olsan keşke. Başka kapılar açıyor senin gökyüzünde. İçinde acı var,tatlı var,ekşi var ama var. Var oluşu ispat etmek için duygular.

Sen bilemezsin, bilmemene de lafım yok ki dost. Ama bilesin, alışkanlıklar büyük ölümlere sebebiyet verir. O yüzden bilmediğin bir duyguya hiç yorum yapmayasın. Sen o duyguya ancak bir hafta dayanabildin. Ben defalarca o duyguyla yoğruluyorum. Karşıma çıktığında da kaçmıyorum. Süngülerimi indiriyorum. Alışkanlıktan alırsın kilo, alışkanlıktan içersin sigara, alışkanlıktan bırakamazsın sana ait olmayan ilişkileri. Ben sevmem alışkanlıkları. Herkes gibi var ama tek tük. İnsanları alışkanlık haline getirmem. Rahat diye devam etmem. Mantık sorgularım ama rahatımla birini alıp da dünyam yapmam. Şimdi bilsem ki alışkanlıktan bir ömür bir bağı sürdüreceğim, onun yerine acısını yaşayıp, saçma sapan, mantıksız tepkiler vermeyi yeğlerim. Çünkü senin için güvenli bir limanı ne pahasına olursa olsun terk etmemek varken, anlayamazsın bazen limanları terk etmek, limandan kovulmak vardır. Zordur da. O yüzden dost, bilesin ki birini yargılamak, her şeyi şakaya vurmak ve görmezden gelmek kolay.

Duygulardan konuşmak zor. Bak ben konuşunca neler oluyor…  Anlayamıyorsun. Umarım anlayacağın vakitler olur. Umarım hayat sana bunu acıyla kavrulmuş şekilde vermez. Bİliyorum ki tepe taklak olacaksın çünkü o “mantık” seni orada duygularınla yapayalnız bırakacak. Demedi deme…

Bloodflow

Uykum Var

04 Cuma Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Uykum Var için yorumlar kapalı

“O kadar yorgunum ki, beynimden öte artık vücudum yavaşladı” dedim. Uyandım ve sağ tarafıma baktım. Bunu bazen yapıyorum, oysa ki uykuya dalarken zevkli. Bütün yatağa yayılıyorum, artık iki yastığı kendim kullanıyorum, üçüncüsünü de bacağımın arasına koyuyorum. Sabahları biraz tuhaf ama. Sanki sabah hep biri varmış gibi uyanıyormuşum. Alakası yok ki halbuki. Aslında hep beni bırakmayan kendim varım. Kendimi seviyorum uzun uzun bu aralar. Kendime bakıyorum aynada. Güzel geliyorum gözüme.

Uyku. Benim ilacım. Bugünkü mutluluğumun kaynağı. Ve yatağım, zaten benimdi o yatak. Çarşaflarım da benim. Hepsi benim işte. Sadece tek bir insanla paylaşmış olmanın tuhaf hissi var. Sanki sadece benim değilmiş gibi, değiştirmem gerekiyormuş gibi ama benim yatağım yahu bu. Şimdi sahip olduklarımın kıymetini bilme vakti. Uykumun da.

Until Deathrow

Çünkü Ben Kalp Mizah

02 Çarşamba Ağu 2017

Posted by sebze in Uncategorized

≈ Çünkü Ben Kalp Mizah için yorumlar kapalı

Burası da yol geçen hanına döndü…
Burası evet, tam da o işaret ettiğin nokta. Canım ya, sen gerçekten beni salak mı sanmıştın? derdim, eskiden olsa, şimdi sessizce çekiliyorum, yok yok kaçıyorum. Kaçmaktayım don paça, aman yarabbi o koca beyaz kıçımı kaldırıp kaçmalıyım.

“Zebzeyle artık konuşmayacağımi hıh” Tamam canımın içi, Tarkan’ın da dediği gibi inci tanem – nasıl da pop müzik kültürüm artı son üç haftada – konuşma canım kardeşim, ne yapabilirim? Benden isyanlar ve Yıldız Tilbeler bekleniyor. Ben ise bir türlü ph dengesini tutturamayan kukumu düşünüyorum. O durumdayız yani. Kendimin her bir teline bakıyorum. Başkası bana bakmaktan vazgeçmişse, onun bileceği iş,

Burası da yol geçen hanına döndü…

Çok şikayet ediyorsun, mutsuzsun, memnuniyetsizsin, depresyondasın. Of o neymiş ya. Tabiii ya bir depresyona girip 3 sene kadar kalayım sonra çıkarım diye düşünmüştüm zaten. Evet çünkü ben küçük bir gerizekalıydım, iyi hissedebilecekken hissetmiyordum. Ellerimi kavuşturup “hmmm acaba herkesi nasıl mutsuzluğumla mutsuz ederim” diye düşünüyordum. O kadar “evil” idim ki, hepsini planladım. Seni lanet olası pislik, hemen çık oradan… Pekala dostum pekala.  İçimdeki Amerikan filmi dublajları susmuyor.

Aslında ben yol geçen hanına dönmüşüm. Şimdi yola kontrollü geçiş yapıyoruz, bazıları ömürlük kalabilecek, bazılarına üç gümlük geçiş var. Deniyorum.

Yeşil Çimler

 

 

 

 

← Older posts
Reklamlar

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Mayıs 2018
  • Mart 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Eylül 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Mayıs 2016
  • Şubat 2016
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Temmuz 2015
  • Nisan 2015
  • Şubat 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012
  • Aralık 2011
  • Kasım 2011
  • Ekim 2011
  • Eylül 2011
  • Ağustos 2011
  • Temmuz 2011
  • Haziran 2011
  • Mayıs 2011

Kategoriler

  • Roman & Hikaye
  • Uncategorized
  • Şiir

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

Sosyal

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası