Hiçbir alakam yok demesine rağmen, ellerinin kırmızılığı yüzünün mosmorluğu birazcık bile olsa dinmemişti. Savaşı kaybeden hücreler, büyük bir yenilginin verdiği moralsizlikle oldukları yere, delik deşik kevgire dönmüş kalbe geri dönüyorlardı. Mantık Hanım kazandığı bu haklı savaşın sonunda beyinin yanındaki yerinde hükümdarlığına devam ediyordu. Beyin zaten kazansa da kazanmasa da bu vücudun hakimi değil miydi? Mantık Hanım’a yer açması demek onun aslında her şeyin kontrolünde olmadığı anlamına gelmiyordu. Kalbin kevgir haline gelmesine Mantık Hanım’ın muazzam gücüne güç katmasına da sebep oydu. Her şeyin başlangıcı ve bitişi ondaydı. Hücreler, sessiz sedasız, yara bere içindeki yolculuklarına devam ediyorlardı. Ne yolculuktu ama. Kan revan içindeki mücadele bitmişti. Kimse seslerini duymamıştı. Beyin uzun zamandır konuşmuyordu kimseyle, kendi kendine sessizliğiyle mutluluğuna mutluluk katıyordu. Sesini çıkarmak zordu onun için, hep kontroldeydi, hep tetikte… “Bazen bazı şeyler konuşulmaz, sorgulanmaz, yerlerinize” dedi. Öyle bir söyledi ki, kalbin kıyısından köşesinden geçmeyen hücreler bile titrediler, korktular. O dirayetli hücre de en çok yaralananlardan biriydi. Sesi ne Mantık Hanım’a ne de beyine gidebilirdi ama en çok hissedene gidiyordu.
“Sana on kere sorduk, öldürdün mü diye, şimdi sen bizi öldürdün sayılır” dedi. Sigarasından fırt almayan ama iki parmağının arasında sigarayı sıkıştırmaktan dA vazgeçmeyen haliyle ölüme meydan okuyan dirayetli o minik hücreye cevabı hazırdı. “Beyin dedi ya hani, bazı şeyler sorulmazmış, sorgulanmazmış, bin kere de sevsen, bin kere sevilmemek normalmiş. Gün gelirmiş, devran dönermiş ama devranın dönmesi için zaman lazımmış”. Bu dirayetli hücre hepsinden çetin ceviz çıkıp itiraz ediyordu. “Peki bundan mıdır aldığımız yaralar, yaptığımız sevgi yatırımları, daha dün ona sarılıyorduk be kadın!”
Oturduğu yerden, kav revan içindeki kalbini tutarak ayağa kalktı. “İsyanın kabullenilmeyeceği tek yer burası demiştim size” dedi. “Bilmiyorum, hakikaten bilmiyorum, bilsem senin ve dünyadaki herkesin acılarını dindirirdim. Ama hakikaten bir alakam yoki keşke olsa ama yok” dedi. Sesi hafif umursamaz, biraz kırılgan, biraz öfkeli, biraz şaşkın, biraz sakindi. Biraz ama. Çokça şefkati, bunların içinde de öldürmeyi başarmıştı. Evet onu öldürmemişti belki ama şefkati öldürdüğünü itiraf edemiyordu, hücrelere değil ama kendine! Hücreler, sormamışlardı, o yorgun yolculuktan sağ çıkan pek olmamıştı. Dirayetli minik hücre haricinde…
Kanayan kalbini tuta tuta bu sefer o dirayetli hücreye o sordu
“Peki ya ben yerine o beni öldürdüyse?”
Take My Leave Of You